20 Ekim 2009 Salı

Çözülme - 2 : Yıldız Sancıları

Durumla ilgili bir sıkıntım yok, krizlere katlanmaktan kaçmayacağım. Doğumla ilgili bir sorunum var. Sadece o krizlerin en büyüğünü yaşayıp atlatabileceğimden ve dans eden çocuklarıma kavuşabileceğimden emin değilim, sadece; nokta.

Geçen süreye saygı duymak gerekti çoğu zaman. Süre geçtikçe "zaman"ı tanıttı bize. Zamanın basit yapısı çok büyük bir kaos gibi anlaşıldı sadece. Anlayıp - ama yanlış anlayıp - hareket etmeye çalıştıkça "bugün"ü kaçırır olduk; virgül.

Açıklamaya çalışıyordum, çok konuşuyordum. Şimdi sadece susuyorum ve yazıyorum. Çünkü düşündüklerimi unutmaya başlarsam doğacak çocukların sakat olup dans edemeyeceğinden korkuyorum. Evet, sessiz bir seriye başlıyorum. İçerden büyük fırtınalı, dışarıdan çok büyük fırtınalı sanılacak kadar bir buz dağı; üç nokta.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Çözülme - 1

Durdu artık gacırdayan çivileri düzenin. Herşey en sabit ve yamuk haliyle kırık bir iskele gibi suyun üstünde duruyor. Hem daha fazla batmayacağından hem de daha fazla ağırlık taşıyamayacağından eminim, her şekliyle...

Sapıttı artık duramayan fırıldakları deliliğin. Hem delirmek hem de sakin kamak arasında bir yerdeyim. Bir fren ki, tutarken seni kulaklarından asarcasına; bir hayal ki susmuyor her seferinde derken "git ileri"...

Buz gibi demir boynumda, köşeleri batıyor inançsızlığın; hem sivri hem soğuk... Korkardım eskiden olsa, güneşe bakıp kör olan bir tavşan gibi. Korkardım eskiden olsa, adalet tutkusundan... Duyuyorum iliklerimde ki artık adalet; ondan beklenenin yükünü kaldıramayacağı için, adil olamayandır.

Bir anahtar durmaksızın boşa dönüyor kafamın içindeki kilitlerin en sonuncusunda. Ah o kırık dişliyi bir atlatsam..

"Evrenden çözülme bayramları" bunlar, demişti Fritz. Greklerden beri... Dön ulan illet, ben gök taşı olmaya hazırlanıyorum...

13 Ekim 2009 Salı

Pantomimyum

Sabahın altısında düşünmek zorunda kaldım, aslında herşeyin çok basit olmak zorunda olduğunu.
Ve uyandığımda başucumda içine kalem sıkıştırılmış bir kitapla yapayalnız kaldım. Hayali mürekkeplerle altı çizili bir satır bana konuştu. Tüm gün sadece onu duydum.
O satır bana o kadar basit bir şey söylüyordu ki, hiç anlamadım. Sonra bir baktım, basitleri hep elemişim. Kocaman bir ampül belirdi kafamda, içinde tek bir anıyla beraber... Çocukluğumdan bir kare, bir anlık gülümseme... Ah, hepsi içinde saklıymış o basitliğin...
Geri istiyorum seni, bütün basitliğimle...

Gör, bu düğün bir devrin sonudur!

Devirlerin sonları candır, canandır. Yıkana seyran, yıkılana hüsrandır. Bizim devrin sonu çok acımasız olacak...

Devrin sonuna devrimle gidiyoruz. Devrim alfabe değiştirmekten daha zor, sokakları kanla yıkamaktan daha kolay olacak ...

Tüm benliğinizi, içinizde kalanları değiştiriyoruz. Dışımıza giydiğimiz deriyi çıkarıyor, ters çeviriyor ve yeniden giyiyoruz. Pisliği içimizde kalıyor, önceden içimizde tuttuklarımızı da artık dışarıya kusuyoruz.

Damarlarımızı göreceksiniz, ne kadar uzaktan baksanız da görmeden geçemeyeceksiniz.



Tabularınıza, inançlarınıza, annelerinize ve özellikle babalarınıza lanet okuyoruz.

Cahilliğinizi yüzünüze kusacağımız bir çağa giriyoruz.

Cahil olduğunuz için değil, cahilliği yöntem olarak benimsediğiniz için
suratınıza kusmaktan büyük bir keyif alacağımızı artık sırıta sırıta
belirtiyoruz.

Yeniye koşuyoruz, eskiyi eskide bırakıyoruz. Eskiyi değiştirip yeni
olarak sunmaya çalışanların da kendilerine kolaylık diliyoruz.

Yeteneğin doğuştan gelmediğini, zekayla doğru orantılı olduğunu ve sadece kültürle desteklenebileceğini savunuyoruz.



Biz dua etmiyoruz, birşeye tapmıyoruz, hele ki asla ibadet etmiyoruz.

Kafalarınızın tepesine basarak koşmaya geliyoruz. Ve bedenlerinizi içine çoktan girmiş olduğunuz toprağa bir metre daha gömüyoruz.

Neysek onu icra etmek için çırpınıyoruz.

Bir devrin sonuna geliyoruz.

Pürüssüz derinizin altındaki gerçeği size göstermek için 'şiddetle' geliyoruz.


30 Ocak 2009
Saba

Siz tanışmadınız mı?

Kapımı çalan herşey olabilirdi

Ama sen değildin...

Sen değildin, anladım. Zorunda kaldım. Şimdi sorunum şu ki, o kapı her çaldığında seni umud etmeye devam edecekmiyim? Bu ne kadar sürer? Çok uzun olmamalı. Ama sorunum ummaya devam edecek olmam değil ki, kapıyı çalanın sen olduğunu hayal edişim, keşkelerim...

Gelen sen değildin! Üzüntüm, kuruntum bir daha gelmene olan arzum değil ki, zaten gelmeyeceksin! Derdim şu ki, gelen sen değildin!!

Buna takılmışken hiç bir şeyi değiştiremeyeceğimi söylüyorlar. Değiştirmek gibi bi amacım yok. En azından bir denememi istiyorlar. Deneyemem, bana acıdığını hissedip sırf sana dokunabilmek için susmaktansa, seni silerim ki... Bazıları da sana takılmışken kaçıracağım çok şey olduğunu söylüyorlar. Senin kaçışından sonra daha ne kadar "çok şey" beni dağlayabilir ki?

iliklerimde bir şeyi istemenin ne olduğunu gördüm o zil çaldığında. Çocukça arzuların aslında kadar saf olduğunu... Benim gibi bir canavardan beklenmeyecek kadar toz pembe düşler çıkabileceğini... Düşler yolda oyalanan yalanlardır! Okadar güzellerse, ben bir yalanı yaşarım!!

Peki anladım, gelen sen değildin. Ama hiç gerçek değilmiydin? Benim çocukluğum bir yalanla mı kuruluydu ozaman? Gelmeyeceğini tahmin edemeyeceğim kadar salak değildim, ama yine de sen benim için çok eski masallardaki bir kahraman gibiydin? Uzakta, yukarda ve çirkin ve oldukça yaşlı...

Senin o kapıyı çaldığını sandıktan sonra çocukluğumun geçtiği sokaklardan geçerken, ellerinden tutup sana oraları göstermek istedim. Tüm oyuncaklarımı, tüm korkularımı tanıtmak istedim. Annemle kahve içerken yanımda ol istedim. Tüm gözümle gördüklerimi sen de gör istedim. Hayatımı sana göstermek istedim. O zil sesinden sonra içime çekeceğim her dumanın ortağı ol istedim. Tadın her sigaramın aroması olsun istedim. İnsanların yanında çalmaya utandığım için asla çalamayacağım şarkılarımı dinleyen bir tek sen ol istedim. Kimseye okutmaya cürret edemeyeceğim yazılarımı artık sen okuyacaksın diye yazayım istedim. Duvarlara saçma şeyler yazıp, sonra saçma olduğunu karar verip çıkarmaya çalışalım istedim. Yazları çok sıcak diye yanaşmayalım, kışları soğuktan dip dibe olalım istedim! Karın ilk yağdığı gece insanlar ona ayak basmadan sokağa çıkalım, sonra ortalık çamur olunca tadımız kaçsın istedim. Her gece sana iyi geceler diyip uyumaya okadar alışayım ki, yanımda olmadığın gecelerde yalnızlıktan içkiye abanayım, sen gelince de aptallığımı çaktırmamaya çalışayım istedim... Kendimizi küçük hissedeceğimiz yerleri görmeye giderken, okyanusların, dağların karşısında elimi tut da biraz daha büyük gözükelim istedim. Ben sadece soğuk kış günlerinde eve gelişini beklerken bir yandan kahve içmek istedim...

Ama sen hiç o kapıdan içeri girmedin!
İçeri girecek olan mutluluk olabilirdi belki, ama zilin sesiyle beni yerimden fırlatan hayaller, kapıyı açınca suratıma tokat gibi çarpan hiçliğin rüzgarıyla beraber beni de yıkıp arkamdaki duvara saplandılar.
Onları "hiçbirşey" uğruna kaybettim. *

Artık evimin bir kapısı yok, haliyle zil seslerine zıplamıyorum. İçeri girmeye çalışanlar da bu soğuk harabeyi ısıtmayı başaramayacakları için geri döneceklerdir.
Bense hala aptal gibi kulaklarımda o zilin sesini taşıyorum...

Saba!

* may nothing but happiness come through your door



25 Haziran 2008

A jaded prophecy by a dead oracle

Şekersiz çay tadında el? Yüzünü görmek istemeyeceğim kadar memenetsiz... Önce kokusu, sonra kendisi gelir belanın! Siz burnunuzu koku kesilene kadar yaklaştığınız anda bile kullanamıyorsunuz.

Yaklaşıyorsun, yaklaşıyorsun yaklaşıyorsun. O bekliyor, sen yaklaşıyorsun ve o bekliyor. Onu bulduğunda çok yakınında olacaksın. Tek farkınız olmalı, sen neden orda olduğunu bilmiyorken, o senin neden orda oluğunu senden iyi biliyor olacak! Nefesini duyup, son gördüğün sahne olarak sadece gözlerini hatırlayacaksın.

Yağmurda yukarı kaldırdığın ellerin sadece yıkanmış olacak, aradığın "nur" onun içinde değil. Aradığını bulamamamış olmak sana sessizlik verecek, sonsuza kadar tek bir gerçek çığlığı en sonuna kadar dinleyebildikten sonra.


"welcome to karacaahmet"



22 Agustos 2008

Wishlist

Saat 18.30, kaldirimda bekliyorum. Pazar genclerinin tum laflarina ragmen!

Nerdesiniz?

Saat 18.37, lanet olsun çok zor oldu. Biri arabayı kullanıyor, birinin elinde telefonlar.. Ben yine her zamanki gibi en arkada "koordinasyon timi"ndeyim. Tek başıma! Hadi gidelim, bul şunu. Doğmamız lazım, nefes almakta zorlanıyorum. Digerleri gibiyiz.. Muzik var, olmazsa olmaz, caliyor, kisik sesle.. Hmm, yeterli.. Hadi artik nerde kaldi?

Saat 18.45, Sonunda aradigimiz kisiye suan ulasiliyor! Evvet, basliyoruz.

Saat 18.48, Darwin'in öpülesi elleri geliyor gözümün önüne. Artık 4 kisiyiz. Biz ve maymun!

Geciyor gozlerimin onunden insanlar, hersey digerleri gibi.. Dar sokaklar, hep rahimdeki gibi. "Hello" diyen cocuklar, kaldirimlar, gozluklerim ve o gunes! Bir gun seni bulurum, merak etme!

Saat 18.59 Geliyoruz. Ben geliyorum. Dogmam lazim artik, cekilin etrafimdan. Rahimden kafami cikardigimda bana bakan insanlar degil, insansizlik lazim bana!

Dur, dur, dur, dur, dur! Iste dogumhane!

O guzel koy, deniz, papatlayalar, gelincikler, oturacak da bir tas, insan yok! Sessizlik ve o kokusu denizin, sehrimin! Senin, sen ve benim! Az kaldi, isigi goruyorum!

Saat 19.45! Evet! Nefes aliyorum, artik tasta oturmuyorum. Papatyalar tac kafamda. Yasiyorum!!! Goremedikleriniz benle konusuyor. Benim bu, biliyorum!

Hadi gidelim artik, ben doguyorum, gunes gidiyor! Iste yasamaya basliyorum. Nefes aliyorum, yeniden. Yerler degisiyor. Yine arkadayim ama koordine timinde degil, "algi manyakligi" timine tayinim cikti. Ben her gun terfi oluyorum... Hersey basaramadiginiz gibi, hersey dokunamadiginiz gibi. Hersey "ben" gibi.

Ben iste boyle yasiyorum. Yapamadiklari gibi.. Ben gibi.. Basariyorum! Aksi olamazdi zaten.

Artik saat yok, saat benim! Kontak hem bizi hem muzigi baslatiyor! Bu az onceki sarki ama o degil..

Ac sesini, ac, ac, ac, ac, ac, ac, ac! Islesin kanima ben dogarken!

PEARL JAM - WISHLIST!

Saba!



24 Mayıs 2008

Yağmur bir tek ellerime düşmez

Başladığım her şeyin bir amacı oluyormuş gibi olamaz mı? Bir çizgi üstünde yürüyen birinin çizgisini herkes görebiliyor ama kendisi göremiyor olamaz mı? Ya da yürüyen, her görülen şeyin bile doğruluğundan şüphe ediyor olamaz mı?
Gidiyorsam, gitmem gerekiyordur. Kalıyorsam, görecek şeylerim olduğundandır. Kalıp da hiç bir şey öğrenmediğim olmamalı. Ya da gidip, boş gittiğim... Yoldaysam, öğreniyorumdur!
Peki bulduklarım? Beklediklerim? Ya da umduklarım? Artık böyle şeyler yok. Artık bulmak için aramıyorum. Aslında uzun zamandır "arama" eylemini kullanmıyorum. Bulduğumda daha çok aramaya değil de tutmaya çalışıyorum. Çünkü yolda öğrendim ki; sevgi aradığın değil, bulduğun yerdedir!!! Bulduğun yerde ya kalırsın, kalmana izin verirler, ya da bulma amacı güdümeden yeniden yola çıkarsın...
Bir yere ait hissedebilirmiyim kendimi bu saatten sonra? Evet! Buna takatim her zaman vardı. Kimilerine göre takdire şayan, kimilerine göre gereksiz bi takat!! Ama ben onu direnerek değil, isteyerek topluyorum. Bize öğretilen aşkı değil, ellerimle yaratacaklarımı arıyorum! Öğretileni aramak; sözüyle müziğini başkasının yazdığı bir parçayı ömür boyu söylemek olur. Ki öğretilen gerçek olsa bile, başkalarını ne kadar kendi bedenimde yaşayabilirim ki? Ben yarattıklarımın önünde eğilirim her zaman, ortak bi yaratımsa ya da yalnızsa, farketmez! Ben yarattığımın önünde eğilirim. Büyük bi zihnin içinde gezinen hamam böcekleriyiz biz, yaratan ellerimize bile inanmıyoruz! Benim ellerimden başka hiç bir el benim dünyamı yaratamaz, ben izin vermediğim sürece! O yok!!!! Dokunduğum her şey benim eserim olacaksa, tam olarak öyle olmalıdır. Benim ellerim deydiyse, parmak izlerim kilometrelerden belli olmalıdır! Diğer yaratanlara dokunmadan yaratmak bir erdemmidir? Size göre belki belli değildir. Bana göre yarattıklarıma dokunacaklarsa aynen öyledir!
Sadakat yoktur! Sen onu yaratana kadar... Ben sadakati yaratıyorum. Öğrendiğiniz o aptal şekliyle değil, benim sadakatimi. Bir karşılık, bir üretim, bir çift beklemeksizin onu yaşamayı. Sizden beklenen davranış o olduğu için değil, aksine sizden hiçbirşey beklenmemesine rağmen onu yaşamayı! Ve aynısını beklememeyi... Bu sadakati sizin dünyanıza sokmuyorum! Beni tanımak zorunda değilsiniz ki... Ben sadece geçtiğim yerlerde bir süre sonra silinecek ayak izleri bırakıyorum! Beni anmak zorunda da değilsiniz ki... Kalbim kan pompalamaya devam ediyorsa, öğretmek gibi bir yükmüm yoktur. Durduğu zaman da hiç olmayacak! Orda kan pompalanmıyorsa, en basitinden "ben olmayacağım", buna zaten alışkın olmadığınız söylenemez...
Kapat gözlerini ve yukarıya kaldır başını. Belki tanrın yağmurdadır! Benimkisi değil!!!
Ben ellerimdeyim!
Gözlerimi, ağzımı, aklımı yöneten ellerimde!
Sana dokunan ve dokunacak olan ellerimde!
Ben yarattıklarımdayım!
Onlara dokun ya da yağmurda yıkan, hiç önemli değil.. Ben sen olmasan da yaratacak ve yarattıklarımın içinde yürüyeceğim. Ve söz veriyorum, "hiç huysuzlanmayacağım"...

Saba!


16 Haziran 2008

Telegrafi seviyesinde diyaloglar

Ufak seylere sevinebiliyor olmak ne kadar guzel.. O ufak seylerle zamanin yiprattigi her seyin karsisinda ayakta kalip mutluluk dinamizmini yerine getirebilmek...

Fritz sagolsun kursunlari cikarmistim, yaralara dikis atmistim. Ufak tefek denilemeyecek boyutta sancilar yaratiyorlardi, bekliyordum gecsin diye, sikiliyordum..

Ama iste o ufak seyler.. Bir anda tum dikisleri etin icinde curutup hayatima eskisinden daha yeni, daha guzel ve daha kararli dondurduler beni..

Biliyorum ki yerine gelecek, yasamaya devam edecek, buyuyecek.

Kararli olabilmek herseydir.

" Ve-Ben-KARAR! "

*telegraphic speech / contex dependent




24 Mart 2008

Dans eden yıldızlarım.. En sonunda

Tesekkur ederim Fritz, olmasaydin hala nefes alamiyor olacaktim.
Cektigim her sancinin bir armagani olacagini bana ogrettigin icin sana minnettarim.

Kursunlari cikardim, yildizli kaplara koydum, bobrekler kirliydi.
Kavanozlara koyar saklarsin..
Onlara ihtiytacim olmayacak, sadece yildizlari dogurabilmek icin sancilasinlar beni diye kullandim.
Belki sana yararlar Fritz, cahillere ornek vermek icin.

Tesekkur ederim


13 Şubat 2008

Ödünleme bir çeşit yalnızlık mıdır?


Kelime anlamıyla, hayir degildir! Hic bir alakasi da yoktur. Odunleme ve yalnizligin cizgileri daimi olarak paralel gider ama asla kesismez. En azindan bu bilimsel olabilir...

Bilim her zaman dogrumudur? Hayir degildir! Odunleme ve yalnizlik birbirinden cok farkli cizgilere sahiptir - evet bu dogrudur (paralelligin de bir farklilik oldugunu varsayarsak) - ama bir sekilde kesiseceklerdir! Cunku ancak ayni noktadan baslayip farkli yone gidenler ya da paraleller kesismez! Ama yalnizlikla odunleme ne ayni noktadan yola cikmistir ne de paraleldirler!!! En azindan - benim deyimimle - bizim gibi "korku odunlemeleri" sahipleri icin...

Korku odunlemeleri... Ne sacma kavram! Tarih kan agliyor sayemde, boyle bir tanim bile yok! Ama bana gore var ve bana gore var olan hersey de yine bana gore dogrudur!

Bir gun yalniz kalmaktan zerre korkmadiginiz oldu mu hic? Yalnizligin huzur oldugunu dusundugunuz ve sonucu yalnizlik olan kararlari aldiginizda kendinizle gurur duydugunuz? Peki yalniz kalmaktan korkmamanin aslinda yalniz kalmaktan cok korkmakla ayni sey oldugunu dusundunuz mu hic? Aslinda korkuyor oldugunuz ama kendinize korktugunuzu itiraf etmediginiz icin keni kendize yalan soylerek boburlendiginiz? Peki ya yalniz kalmaktan korkmadiginizi soyleyerek yalanlar altina siginip guce sahip olmanin, yalnizliktan korktugunu itiraf etmekten daha aci bir yol oldugunu farkettiginiz?

Benim hepsi oldu!

Basarisizliklari olmayan insanlar olamaz, asagilik kompleksine sahip olmayan bir insan olamaz. Odunleme kullanmayan da bir insan olamaz! Bunlar bir genellemedir, size gore dogu olmayabilir. Ama benim dogrularim her zaman bana gore dogrudur... Dik kafali bir domuzdan ibaretim! Sadece burnum daha uzun okadar...

Ama basarisizlik korkularinin cikmaz yollara girdigi anda, ne geri kacabileceginiz ne de ustune gidebilecek guc bulabildiginiz noktalarda odunleme yaptiginizda iste amansiz o hastalik tum ruhunuzu sarmis olur. Hic bir ilaci yoktur bu hastaligin, aslinda cok ilaci vardir. Ama yan etkileri okadar fazladir ki, yola devam etmeye bukadar korkan biri icin o yan etkileri cekmeyi goze almak imkansizdir! Hele de yola devam etme karari gibi zor bir asamayi defalarca goze alma basarisinda bulunmus fakat her seferinde kalbine cubuk batirililan bir hayvan gibi geri cekilmek zorunda kaldiysaniz... O cubuk her bedeninize girdiginde can acisindan aglayabildiyseniz bu kadar can yakici olmayacaktir, gozyaslari en yan etkisiz ilactir! Ama iste korkmadiginizi idda edip yola devam ediyormus gibi yaptiysaniz, amansiz noktadasiniz demektir. Cunku o her cubugun dokmesi gereken gozyaslari yalnizlik korkularimizdir!

Ancak kibirlerimizin silemeyecegi korkular!

Kibirler en buyuk yalanlarimizdir,

Ancak odunlemelerimizin ustunu ortebilecegi yalanlar...

Iste o yalanlar ancak yalnizliktan kacis yollarimizdir!

Ancak yalnizliktan kacmaya, ve kacmak icin devamli kosmaya yarayacak olanlar!

Ve hic kimse sonsuza kadar kosamamistir!!!

Iste bu yuzden odunleme bir cesit yalnizliktir!!!



30 Ocak 2008