31 Ocak 2010 Pazar

420

Yürüdüm minik minik minik adımlarla bugün.
Geçmişe biraz daha yakından baktım, sanki dünmüş gibi..
Yaptığım hatalara kızdım en çok. Ama hiç biri canımı sıkmadı, sevindim..
Bana yapılanlara baktım en çok. Hiç biri derinleşmedi, affettim..
Ama bana dokunanlara takıldım en çok. Talihsizliklere hiç gücüm yoktur. Hemen yıkıverir beni.
Açık yaradan kurşun çıkaracak kadar cesur olsam da, doğa düzeninin en ücra köşeleriyle yüzüme güldüğünde hep çaresiz olurum. Buna gülmek de değil, sırıtmak derler zaten.
Onları kabullenmekten başka şansım olmadığı düşüncesinin beni rahatlatacağını sanarım hep.
Ama lanet olası arzular... Ah onlar.. Değiştirebilmek adına!
Yok, tek bir seçeneğim olmadı, belki olmamalıydı..
Ama olsaydı..
İşte olmadı. Yapacak yok, talihsizliğe ağladıkça bu haykırışın daha da çaresizleştiğini her seferinde görmeme rağmen bir yol bulamadım.
İşte bu durumun en acımasız yönü de şuydu; "bir yol olmadığını" anladığını sanmanın, aslında yolun başında olduğunu sanmak ile aynı anlama gelmesi.. Bunlar hep ilk zamanlar.
Ta ki "BİR YOLUN OLMADIĞI" na emin oluncaya kadar.
Değiştirmek için bir şans, tek bir şans.. Şansı! Şansı değiştirmek için tek bir şans lazımdı. Olmadı.
Bunu sindirmektan başka kalan seçenek yok. Talihsizliği sindirmek.
Sindirmenin en zor yönü ne bilir misin?
Sindirmek için sebebin olmaması...
Bir "yol" bulmak burda gereklidir insana. Acı da olsa, bulursun.
Ceza.
İşte "ceza"
Sindirmek için bu talihsizliği hak ettiğimi düşünmekten başka bir yol bulamadım.
Zengin olmadığı için zenginlerden intikam almayı bekleyen kız gibi. Kibritçi kız! Benim kibritçi kızım iyi değil. Oldu bir kere, talihsizlik...
Hak gördüm kendime bu olanları, "hak ettim" dedim defalarca.
Sinsin diye...
Siniyor...
Kimse sakın sormasın "neden, nasıl" ve benzerlerini. Açıklamam bir inananın lafları kadar aptalca olur.
Yok, bir mantık yok. Talihsizlik...
Ben kendimi inandırmaya koyulayım, zaman ve doğa asıl intikamını alıyor.
İntikam...
Buna inanmak rahatlatıyor kibritçi kızı.. Kötü kibritçi kız! Ne kötü kız!
Titrediğim kadar titreyecek her seçim yapan.
Her bir seçen ve her bir seçim..
Benim titrediğim kadar...
Ne kadar uzak ceza ve intikamlar mantıkta birbirlerinden.
Ama bir "talihsiz"in beyninde buluşuyorlar sessizce.
Zaman ve doğa gibi
Değişen arzular gibi
Anlık yalanlar gibi
Boş gururlar gibi
Şans gibi.
Bugün gibi...
Ve dökülüyor bir kaç anlamsız satır kağıda, diyor önce "KAÇ", vazgeçiyor yırtıyor yaprakları.
Diyor sonra "KAL", kızıyor kendisine bunu hak etmediği için..
Ve yazıyor:

Hatırlamaya kadar geldim ama unutmaya karar verdim.
Unuttukça sinecek, sindikçe büyüyecek derdim...


Bu kadar.


Saba

12 Ocak 2010 Salı

Google Türkiye Soru(n)ları:

12 Ocak 2010 Google Türkiye arama sonuçlarına göre :

Photobucket
"Nasıl?"
Hamilelik ve cinsellik oldukça merak konusu sanırım.
Kilo vermek yerine kilo almak konusunda Google'ın daha çok söyleyecek şeyi var.
Peki ya bu format atanlarla cinsel bilgi arayanların aynı kişiler olduğunu varsayarsak?

Photobucket

"Kaç?"
Hamilelik yine merak içeriyor.
Peki ya Google'a yaşınızı sormak?

Photobucket
"Ne Zaman?"
Emekliliğin ne olduğunu Google'a daha yazmadan öğrenebilirsiniz.
Ya da çaresizce ne zaman öleceğinizi öğrenmeyi umabilirsiniz.

Photobucket
"Neden?"
Neden hıçkırdığını ve rüya gördüğünü merak edenler aslında neden-sonuç ilişkisi ile de ilgililer :)


Photobucket
"Niçin?"
'Niçin'i en karmaşık soru seçiyorum. Bakın bizim kafamızı en çok karıştıran şey neymiş?
En sevdiğim, Google bile farkında....

Saba Arat