29 Kasım 2010 Pazartesi

Öğrenilmiş Hesaplar, Öğretilmiş Anılar

Bu dönemler nasıl başlıyor ve nasıl bitiyor ben de bilmiyorum.
Bir zaman geliyor, kocaman bir sessizlik içinde tek başına duruyorsun.
Ve arkasından bir zaman; yazdıkça yazıyor, düşündükçe batıyor ve çaldıkça çalıyorsun.
Bu neyin hastalığıdır, neyin dönemidir? Her huzursuz beyin resmen regl olur mu? Önemsemiyorum...
Cevabını alamayacağım sorular sormuyorum, sadece, yine, sadece düşünüyorum, yazıyorum ve çalıyorum.
Kendimi burada bulmayı hiç sevmiyorum.

Çünkü yazmazken ve çalmazken burada olmam için hiç bir sebep yok. Ne beni buradan, bu odadan ve kendimden uzak tutmayı başarabilmiş ise, onun olduğu yerde mutluyum. Hemen demeyin yine, "ah yeni bir aşk hikayesi, ve bitmiş.." Öyle değil. Benim aşk hikayelerim nedense hiç başlamaz ve hiç bitmezler. Ben de anlayamam sebebini. "Bir erkek ve bir kadın tanışır, aşık olur ve ayrılırlar.." Ben bu ne demek bilmiyorum, ayrıca üstüne milyonlarca roman, deneme, şarkı yazılan ve film yapılan "aşk" bu ise, bir erkek ve bir kadının birbirine sahip olma isteği üstüne ise, yok, ben bu duyguyu tanımıyorum.

Benim tanıdığım duygular; cinsellik, kişisel çıkarlar, sadece eğlence ve felsefe üstüne olanlarıdır... Şarkılara bakınca, aşkın bunları kapsadığını göremiyorum.

"Senin gibi olmayan biriyle birlikte olabilmek"tir ya özü anlatılan hikayenin, ben "en benim gibi olmayan"ını benimle beraber yaşatabilecek bir doğa üstü güç tanımıyorum. Varsa buyrun içinizden "ota da konar boka da" diyeni, bu tamamen iq ile alakalı bir konudur. Konduğu ot ve ya bokun konana ne kadar benzediğini tartışmıyoruz. Gidip bakkaldaki Hasan agaya tutulmuyorum, ya da Obama'ya vurulmuyorum, e nerde o minik oklar falan? Kırmızı kırmızı kalpçikler? Hepimiz kendi bencilce çıkarlarımıza göre birine tutuluyor, ve ya "tutuldum mu lan acaba" diye düşünürken takılmaya devam ediyor, en kötü ihtimalle "yolalım tavuğu sktiret" diyoruz. Burda hiç bir şey ima etmeye çalışmıyorum. Kadın ve ya erkeği eleştirmeye de çalışmıyorum. Zira yolunacak tavuk erkeğin mal varlığı olduğu gibi, kadının da cinselliği olabiliyor zaman zaman. Bazen de çok farlı çıkarlar, bazen...

Bu güne kadar aşık oldum mu? Kitap, şarkı ve filmlerden öğrendiğim kadarıyla, evet. Bize nasıl aşık olacağımızı, "onu gördüğümüzde" neler olacağını, hatta bizden ayrıldığında ne kadar acı çekeceğimizi bile öğretmiştirler. Bir nevi, başkalarının aşktan anladığı, ve insanların anlamasını umduğu şeyi size öğretirken, seve seve öğrendiğinizi görünce kim bilir nasıl etkilenmişlerdir. Çok merak ediyorum Peru'da ya da Antik Yunan'da aşkı..
Şimdi tekrar soruyorum, bugüne kadar aşık oldum mu? Kendimi ve başkalarının aşka yüklediği anlamı bildiğimi varsayarak, hayır.

Şimdi soracağım kendime huzurunuzda, ağlamadın mı be kadın sen bir adam için? Ağlamaz olur muyum ya, tabiki ağladım. Sonumuzun aşk filmleri gibi olmadığı için, aşk şarkılarındaki duyguları yaşadığımıza emin olamadığım için.. Hem de deli gibi ağladım, ama zaman alıyormuş bazen fark etmek, öğrenilmiş çaresizlikle mücadele edebilmek için.
Hem sadece bir erkek için de değil, bir kadın için bir gün öyle bir ağladım ki, tanıdığım erkek nufusunu boğmaya yeterdi.
Hani nerde o filmler? Ne cinsellik ne de çıkarlar üstüneydi göz yaşlarım. Ama o kadar derindendi ki, yaratılmış ve öğrenilmiş aşk sığ kalıyor, inanamıyorum.
Birinin bana tanırıyı öğretmesi ve kurallara uymamı beklemesinden farksız olurdu..

Tanrıya inanmıyorum dendiğinde "allahsızlığın üst boyutunda boşluklar içinde bir evrende huzursuzcasına yaşadığımıza" inananlara ithafen, aşka inanmamak da bir ya da daha çok insanı sevememek değildir. Sadece belki de, insanlara ve onlarla aramdaki ilişkiye daha önce başkalarının koyduğu kurallar çerçevesinde bakmaktan, çok daha fazla değer vermektir..
Aynı evrene bakışım gibi, herşeyi onun yarattığına inanmak, var olanlara hakaret olurdu.
Bir insanı, onu Juliet gibi sevdiğime inandırmak; onun Romeo olmasını beklemek olurdu. Kendisi değil...
Oldu.


Saba